10 Kasım 2015 Salı

KİBAR HIRSIZA MEKTUP

Dürüst olayım mı?

Bir harf yazabilmek için bile,

Sana ihtiyacım var…

“harf” yazabilmek için,

“h”,”a”,”r” ve “f” ye ne kadar ihtiyacım varsa

O kadar…

Değiştirilemez bir kaide bu.

Pi gibi…

Aşk gibi,

Sevda gibi,

Baharı bekleyen kumrular gibi…


Peki ama, dürüst olayım mı?

Beni, cesur olmamakla suçlayan bir korkaksın sen…

Kazanmış bir ordunun, mağlup kumandanı gibi davranmam da bu yüzden…

Daha ne kadar yürekli olabilirim ki,

Kalbimin tamamı sendeyken?


Hiç ummadığın kadar dürüst olayım mı?

Hani, "Gel" desen şimdi,

Yine "yarimsin" diye gelirim sana...

Ama, yarım gelirim.

Yanımda,

Ne Beşiktaş'ı

Ne Ahmet Kaya'yı

Ne de başka birine (kendin yaşamış gibi) anlatacağın bir anımı

Getirmem

Mesela.


Her şeye rağmen dürüst olayım mı?

Sen yendin.

Aferin sana.

9 Ekim 2014 Perşembe

üzgünüm sevgilim

Itır Hanım, Zafer Abi, Orçun'um ve tüm çArşı'lı kardeşlerime, hatıram olsun. 


Hakan pastanesinde, çift lavaşlı tavuk dönere vurup, Akaretlerden eve doğru seğirtmekteyim... Dizi biteli altı yedi ay olmuş, anca bir iki aylık ev kirası kalmış banka hesabında...

Tok kalmak lazım.

Tek başına yürüyen her insan evladı gibi, iç organlarımla konuşuyorum...

Karaciğerim küs bana.

Beynimle aram iyi.. Yormuyorum kendisini. Omurilik soğanı yetiyor yürümeye.

Göğüs kafesimin kapısını açalı olmuş epey...

Kalp uçmuş, siktirmiş gitmiş.

Yerinde boş bi migros poşeti var.

Evin kapısını anahtarla açıcam oysa,

Bu acele niye?

Yaşasın varoluşçu kaldırımlar...

Evin sokağına az kaldı mesela, sokağın başındaki çeşme görünüyo.

Ayağımın temposuna uygun şarkı bulamıyorum,

Üçlü çekiyorum...

Şşşşş...

Rutin hayatlara sahip her insan gibi, en azından evin yolunu değiştireyim diyorum...

Bir önceki sokaktan dalayım mesela...

Hiç gitmemiştim burdan eve,

Hiç ama.

Ne güzel sokakmışsın sen be

Rebul Lavantayla mı yıkıyorlar seni?

Ne güzel evlerin varmış, bi üstteki çirkinlikten ne kadar da nasibini almamış...

Aa...

Meyhane mi la ora?

Uzun Marlboro mu la o masanın üstündeki?

Paketten sigara çıkaran o kibar parmaklar, sigaranın değdiği dudakların üstündeki beyaz kaytan bıyık,

Baba Hakkı’nın öptüğü alın...

Lan yoksa?

Seba Baba?

 “üzgünüm sevgilim anlaşamadık
Siyah beyaz aşkı paylaşamadık
İşte böyle bir şey Beşiktaş’lılık
Deplasmanda dersin, soran olursa” 

4 Haziran 2014 Çarşamba

İki mektup, bir muhattap...

bir
Seni yalan söyleyecek kadar tanımıyorum...

birkaç şey biliyorum sana dair...

 onlar da seni aldatmama yetmiyor...

 bazı Ahmet Kaya şarkılarında dalıp gittiğini biliyorum mesela...

bir de ne kadar korktuğunu denizden...

 yetmez mi?

Yetmez olur mu?

İki


Ne kadar mükemmel olabilirdi ki...

Saçlarım sarı dedim, dalgalı dedim, bir tek sen varsın dedim...

Üç yalnış, senden önce götürdüğü için doğrularımı,

Doğru söylemedim.

Seni severken unutmuşum,


Evliydim.

19 Kasım 2013 Salı

VEDA 4 (neden?)


KADIN - Neden?

ADAM - Tam da bu yüzden...

KADIN - Nasıl yani?

ADAM - Neden? Diye sormadın mı? Tam da bu yüzden işte... Tam da bu yüzden gidiyorum.
KADIN - Anlamıyorum.

ADAM - Dünya üzerinde, net bir cevabı olmayan tek bir soru var ve sen, hep o soruyu soruyorsun bana... Daha acısı, verdiğim hiçbir cevap tatmin etmiyor seni...

KADIN - Saçmalama... İnsan bu yüzden terk eder mi?

ADAM - Bi de bu var tabi... “Saçmalama”... Ne sanıyorsun Allah aşkına? Tanrı’nın önce seni, sonra evreni, sonra da seni eğlendirmek için biz diğer insanları yarattığını mı? Ne demek saçmalama? Neden beklemediğin ve işine gelmeyen tüm cevaplar saçma oluyor? Hiç düşündün mü bunu? Hadi onu da geçtim... Belki ben SAÇMALAMAK istiyorum... Belki birlikte saçmaladığımız günleri özledim... Olamaz mı?

KADIN - Başka biri mi var?

ADAM - Haydaaa...

KADIN - Ne şimdi bu “Haydaa”? Halk oyunu mu oynuyosun? Doğru düzgün cevap versene!

ADAM - Yok. Başka biri yok... Aslına bakarsan, başka hiçkimse yok... Kalmadı. Anladın?

KADIN - Eskiden dikkat ederdin bunlara.

ADAM - Nelere?

KADIN - Eskiden çok kibar bir adamdın sen... En azından bana karşı... “Anladın mı?” demezdin mesela... “Anlatabildim mi?” derdin... Bu naifliğini severdim senin. Sanki böyle... Nasıl denir... Kıymetli hissederdim kendimi... Ama şimdi...

ADAM - Özür dilerim.

KADIN - Kahve yapayım mı?

ADAM - Ya yok... Aslında...

KADIN - Belki bu balkonda son kez oturuyoruz yan yana... Bundan sonra, kimbilir hangi balkonlarda, kimlerle ne kahveler içeceğiz... Ben, kimbilir hangi bol şekerli kahve seven erkeğe, senin istediğin gibi acı kahve hazırlayıp, kızaracağım... Sen... Kimbilir hangi kadın sana kahve getirdiğinde, benim adımı söyleyerek teşekkür edip, utanacaksın...

ADAM - ...

KADIN - Susma. Sus diye söylemedim inan... Kız diye de... Yani aslında, kahveyi de... sadece biraz daha kal diye...

ADAM - Kahve içmesek?

KADIN - Ne zamandır aklındaydı? Yani gitmek?

ADAM - Biraz serinledi hava... İçeri geçelim mi?

KADIN - Balkon iyi... Evin en sevdiğim yeri burası... En çok burda hatıra var... Bak mesela, sen gittikten sonra, bu “an” da, buraya ait bir anı olacak.

ADAM - İyi. Bol şekerli kahve seven arkadaşı balkonda ağırlama da, bana ait bir anının üstüne oturmasın yanlışlıkla

KADIN - Bak mesela bu zevzek halini... En garip anda beni gülümsetmeyi başarmanı çok özleyeceğim... bir de...

ADAM - Bir de?

KADIN - Gözlerini galiba...

ADAM - Nesini özleyeceksin, sıradan, standart, kahverengi gözler işte... Göz dediğin, O’nunki gibi olur.

KADIN - O kim?

ADAM - O işte... Çok şekerli kahve seven dallama...

KADIN - Ah be çocuk... Hep orada kalacaksın değil mi? Elimi kim tutacak? Kiminle sevişeceğim? Sana ait olan bir bedende kim hüküm sürecek senden sonra?

ADAM - Hep orada olmayacağım... Ama arada uğrayacağım oraya da... Benden sonra, ilk kimin gözlerine bakacaksın benimkilere baktığın gibi? İlk kime adıyla değil de kendi bulduğun bir sıfatla sesleneceksin? Mesela buralara daha sık uğrayacağım...  Geç oldu...

KADIN - Peki.

ADAM - Ararım.

KADIN - Arama.

ADAM -Peki.

KADIN - Az iç.

ADAM - Denerim.

KADIN - Peki.

ADAM - Neden sevdin beni?

KADIN - O kadar çirkindin ki, kimse sevmiyordu... Kıyamadım... Bari, ben seveyim dedim seni.

(ne yazık ki) adam çıkar, ışıklar da ne yapsın, söner.

18 Mart 2013 Pazartesi


ESMER FERHAN...

Mesela ben de isterdim senin kadar dikkatli yazmayı...

Zira, daktilon vardı...

Ve dolayısı ile düşünme şansın...

Mesela ben de isterdim senini kadar yalnız olabilmeyi ...

Ama sen kazancı yokuşundaydın,

Şimdi orası, çok pahalı...

Örneğin,

Ben de isterdim bir kitabımda 250 sayfayı “gizem kız” a ayırmak...

250 kelimeyle sınırlı olmasaydı hiçbir aşk mesela...

Fransadan gelen çocuk olmasam da,

Senin gibi günlük tutup,

Bir fransızdan daha şahane anlatmayı isterdim Fransayı,

 -hatta mümkünse- frenkçe mesela...

İsterdim ki, cebinde para olmayan bir adama, sevgilisi

Son kıyak olarak

Benim kitabımı alsın,

Bana “O” nun BAŞKALIRAN KURŞUNKALEM i

Aldığı gibi...

34 yaşımdayım ve

Bazı çocuklarım olsun isterdim,

Seninki gibi...

Ve en azından biri, sevsin benim kadar

Benim mesleğimi...

Ne zor bilsen ustam, seninkine benzer cümleler kurmamak bir yazar olarak hayatta...

Ama inan ki yazamazdım...

Sen doğmasaydın...

Mesela!

10 Ekim 2012 Çarşamba

KISA

İşte ben,
O "bazı gece" yi sevemedim bir türlü...
Zira;
Bazı gece, "acı" yı yazmak, adını yazmaktan,
Daha kolay,
Ve dahi daha katlanılırdı...
Çünkü sen,
Hiçbir zaman,
Kimi günlerde ve/veya gecelerde nükseden bir bağımlılık
Olmadın.
Bu sebepten, benim mushafımda
"Her gece"
İki yıldız arasını dolduracak kadar uzundur
Adın.

12 Eylül 2012 Çarşamba

BEYAZ ADAM ya da ŞİMDİKİ ZAMAN



Saat beşe geliyordu...

Elimdeki telefondan, ayak parmaklarıma kaydı gözlerim...

Böyle bir titremek yok...

Şaka değil, daha az evvel adam olmadığımı öğrenmişim.

Saat beşe geliyordu,

Ve sen, bir mesaj vasıtasıyla,

Dünyanın en güzel gözleriyle baktığın benden,

Gidiyordun...

Ben tuttum kendimi,

Gel gör ki ayak parmaklarım o kadar metanetli değildi....

Böyle bir ağlamak yok...

Teselli etmek mümkün değil bir yalnızın ayağını.

Küçük ihtimal ama,

Belki bir Orhan Gencebay şarkısı...

Parkeye ıslak parmak izleri bırakarak,

Ve o tek ve muazzam mısraları mırıldanarak,

Bir bardak rakıya götürdüler beni...

“bir saat anlattım bir tek buseni,
Doktorlar efsane sandılar seni...”

Böyle bir şarkı yok...

Dinledikçe küçüldü ayaklarım.

Adım atabilmek için, adını söyleyip yüreklendirdim ikisini...

Sonrası...

Muallak...

Sonrası, rakının beyazını kıskanan, bir yalnız kişi.

Anladım ki,

Bir mağlup için en zor ticaret, nefes alış verişi...