21 Eylül 2011 Çarşamba

maça vale


Ne acı…
Hep ben hazırlardım o valizi,
Şimdi…
Bir kapının pervazından güç ala ala,
Senin ne kadar güçlü olduğunu izliyorum…
Bu…
Ahmak…
Terk ediş ritüeli anında.
Eline geçirdiğin her şeyi yaka paça valize sokmak neden?
Katlasan?
Biraz daha kalsan böylece…
En azından en sevdiklerini katlasan?
Biraz daha katlansan bana…
Olmaz değil mi?
Vedanın şanındandır değil mi
Gidenin acımasızlığı?
Ama bu başka…
Bu diğerlerine benzemiyor…
Sen şu an bir alışkanlığı terk etmiyorsun belli…
Sen, şu an sigarayı bırakmıyorsun…
Sen…
Sigaraya başladığını inkar ediyorsun!
Bir anlamı varsa eğer,
Sırf bu yalan bile,
Bir sigara yakıp, gidişini izlemeye
Değer…
Galiba bu defa,
Bu veda,
Doğru karar…
Çünkü;
Benim ;“gitme” lerim,
Senin, gitmelerin kadar…

17 Temmuz 2011 Pazar

harflerle resim çizmek

sen,

güzelliğini bir inciye verip,

kaderini bir inciden almışsın...

inci; senin sayende,

yaşlı, geçkin, buruşmuş bir kadının boynunda

bile çok güzel...

sen; denizin en kıymetlisi olup,

denizin içinde,

hayat boyu denizi görememeye mahkum...

13 Temmuz 2011 Çarşamba

an'lar anlar...

o kadar çok alkışladım ki seni, sen giderken…

dayanamadın…

kulisten döndün…

bir şarkı daha söylemek için…

hani vedayı pekiştirecek,

en fazla bir şarkı kadar sürecek,

son bir sevişme anı için…

içime en büyük parçanı bırakıp,

bana bu yazıyı yazdırmak için…

aynı geceye, başka şehirlerde sızmak için…

sana katılıyorum canımın içi eski sevgilim…

bence de son şarkı için sezen aksu,

şahane seçim…


belki doğru belki yalan…

her göçmen kuş,

gideceği son şehri,

kanadının altında taşır…

ben inandım,

sen de inan…


ah canımın içi eski sevgilim…

baştan beri biliyorum,

gideceğin son şehir olmadığımı…

ama,

hayatında hiç şehirlerarası otobüse binmemiş birine

nasıl anlatılır ki,

bir mola yerinin dramı?

Sen, bende yarım saat kalırsın,

Ben, bir ömür yarim sanırım seni…

Bir ömür bende kalacağını sanırım,

Sen o ara gitmek için benzin alırsın…

Gittiğinde, benzim solar,

Anlamazsın…

Beni bir tek,

Benden sonra duracağın mola yeri anlar.

Paketindeki son sigara anlar…

Kapıdan çıkarken bakışılan his anlar…

Beni, an'lar…

Anlar.

6 Haziran 2011 Pazartesi

hırslı hırsız

Al…
Bunlar benim dudaklarım…
Al…
Seninkiler kadar al…
Öp istersen…
Ya da söylet, hangi yalanı istersen…
Hatta…
Tüm yalanlarını,
Benim dudaklarımla yala istersen…
Senin yalanlarını senden daha güzel inkar edecek bir çift dudak veririm sana…
Sırf
Senin dudakların
Kirlenmesin
Diye.
Diyetini öderim her öpüşümün…
Aşkla ödeşirim…
Ödülüm,
Yalan bir ölüm.
Ya da parmaklarımı al istersen…
Bordo bir oje sürüp,
seninkilere benzet…
Çıkmaz sesim…
Bunlar aslında benim
Dersem,
Şerefsizim…
Ne istersen onu yaz benim parmaklarımla…


Ve ben, ben yazdım diye
Yemin edeyim…
Al işte neyimi istersen…
Uzatma yazıyı…
Ama,
Beni sen yapan cümlelerimi alma…
Bu çok kötü…
Bu tecavüz…
Ben istemiyorken girme içime…
Benim bardağımdan,
Bana yazdıranı içme…
Her şeyim senin…
İsterse gidişinin üstünden bin yıl geçsin…
Ama unutma
 Sen,
Sana susutuğum “ah” lar  kadar
Benimsin.

22 Şubat 2011 Salı

KAZAKLI VE KAFKA'LI DÜŞLER...

Yankı’ya…
Yatak odası, kış aylarında salona taşınan,
Her Sivas’lı çocuk gibi…
Sobanın son kıvılcımlarını izleyerek,
Aşkla, hırsla, terk edilmeyle, kazanmayla kirlenmemiş zihnimde,
Bu küçük ateş toplarını, havai fişek gösterisine çevirerek,
Yeşil atlaslı anne yorganını,
Benden ağır olduğu için,
Dünyanın en ağır yükü zannederek,
Uyumak…
Kolaydı…
Ama o kırmızı kazak…
Adını bile hatırlamadığım bir akrabanın,
Bedenimden bihaber ördüğü işkence aleti…
Yedi yaşında bir çocuğa her gece, zorla oynatılan,
Rezil bir doğum sahnesi…
İki sene önce
Boynu üşümesin sabinin diye örülmüş, dar, sert ve bir o kadar da yün bir yakadan,
İki sene boyunca büyümüş bir kafanın cebren ve hile ile sokulma çabası…
Kafa derisinin kulaklara kadar inip, orda toplanma hissi…
Ve kulakların, bir süre duymaması da cabası…
Fazla değil, bir sene önce,
Kazağı görünce,
Dedemin bacaklarının arasına kaçıp,
O uzun sakallı büyük ihtiyar adamın,
Beni bu durumdan kurtardığını,
Ama, onun da bu sene olmadığını,
Hiç gerek yokken,
Durup dururken,
Dünya değiştirdiğini hatırlamak…  
Acı…
Çok büyük acı…
Bir çocuğun en yakın arkadaşı neden dedesi ya da ninesi olur hiç düşündün mü?
Neden çok iyi anlaşırlar?
Biri, Tanrı’dan yeni gelmişken, diğer O’na gitmektedir çünkü…
Yol arkadaşıdırlar…
Büyüklerin unuttuğu bir dilde konuşacak çok şeyleri vardır…
Süper kahramanındır,
Ve O’nun için,
“bu maceranın sonu” dur…
Sonra, zaman geçer…
Süper kahraman ara sıra hatırlanır,
Kazak, çoktan silinmiştir acı defterinden…
Aşk gelene kadar…
Bir gün, bir kitap satıcısında…
Kafka’nın tam karşısında…
Bir karşı cins seninle aynı kitaba bakar…
Gözlerin, kitaplardan vazgeçip ona dalar…
Birlikte çıkılır ordan,
Bir olunur bir anda…
Arkandan, Kafka ağlar…
“hiç anlamamışsın” der…
“yazık…”
“hep insan böcek olacak değil ya, kazak ta insan olabilir pekala…”
Duysan da duymazdan gelirsin…
Zaman geçer…
Araya eksik planlar girer…
Ve…
Aşk…
Biter…
İşte o an,
Yedi yaşına döner beyin…
Kırmızı kazağa…
Sana küçük gelen…
Olmayan…
Ama zorla içine sokulmaya çalışılan…
Kırmızı…
Terk edenlerin ağlama sebebidir bu yazı…
Biz…
Gidenler…
Aslında biten ilişkilerimize değil…
Erken ölen, süper kahramanlarımız için dökeriz
Gözyaşlarımızı…

21 Şubat 2011 Pazartesi

veda 1

KADIN - Dargin degilim...
ADAM - Keske olsaydin ama... Dargin olsaydin, bir ihitmal olurdu...
KADIN - Belki sonra o da... Hani... Diger ihtimaller gibi,ölürdü...
ADAM - Diger ihtimaller... Ne acikli cumleymis...
KADIN - Gidiyorum...
ADAM - Biliyorum.
KADIN - Bir sey soylemeyecek misin?
ADAM - Soylesem gitmeyecek misin?
KADIN - Bilmem... Gidicem galiba... Ama yine de, bir seyler duymak
istiyor insan... Mutlu ol... Ne bileyim, seni cok sevmistim...
Sacmaliyorum dimi?
ADAM - Evet... Cunku ben ne soylersem soyleyim, sen burada birakip
gideceksin... Ustundeki agirliklari atman gerekiyor... Daha hizli
gidebilmek icin... Sonra, ben bu evde, sana ait "mutlu ol" ve "seni
cok sevmistim" lerle kalacagim... Haksiz miyim?
KADIN - Kismen... Cumlelerini goturemem, dogru... Ama agirlik yapacagi
icin degil... Bir gun, yillar sonra bir gun, icimde kalan bir cumlen,
aklima geldiginde gulumsersem ve hayatimda biri olursa o zaman, onu,
seninle aldatmis olurum...
ADAM - Anladim, henuz tanimadigin bir adami boynuzlamamayi, benim,
icinde sen olan birsuru cumleyle got kadar bi evde kalip delirmeme
tercih ediyosun...
KADIN - ...
ADAM - Kahve icer misin?
KADIN - Gidiyorum...
ADAM - Kime?
KADIN - Senden...
ADAM - Bisey soylemeyecek misin?
KADIN - Soylesem gondermeyecek misin?
ADAM - ...
(Kadin cikar, kapi kapanir)
KADIN - Cok!
ADAM - Hep!

veda 2

KADIN - Dis fircani almayacak misin?
ADAM - Yenisini alirim...
KADIN - Bunu da yeni almistin...
ADAM - istemiyorum... Gercekten...
KADIN - Ben napayim sen gittikten sonra senin dis fircani? Al iste,
koy cantana...
ADAM - Bak... Cantami bi dis fircasi icin, acmiycam tekrar anladin
mi? istemiyorum dis fircasi filan...
KADIN - Ya cebine koy o zaman... Kalmasin burda!
ADAM - istemiyorum dedim!!!!!
KADIN - Napayim ben senin dis fircani ya?
ADAM - Allahim ne buyuk sorun oldu bu sikindirik dis fircasi...
istemiyorum! Dis fircasini istemiyorum, su anda cantamda olanlarin
disinda hicbir sey istemiyorum!
KADIN - Baska seyler de mi biraktin?
ADAM - Hayir... Birakmadim... Aldim her seyimi... Her seyim, cantama
sigdi... Bu eve tasinirken, ne cok sey almistim... Kac valizle
geldigimi hatirlamiyorum, ama artik ne kadar azaldiysam, simdi her
seyim bir sirt cantasina sigdi!
KADIN - Ne demek simdi bu? Azaldim ne demek?
ADAM - Beni kac kere terk ettigini hatirliyor musun? Ben
hatirliyorum... Cok! Her kavgada cekip gittin ve sinirin gecince geri
geldin... Ben bekledim... Anladin? Bekledim... Sinirinin gecmesini,
donmeni... Her gidisinde, benden bir parcan da gitti... Ama onlar,
seninle beraber donmedi... Azaldim... Bendeki sen azaldi...
KADIN - Hani ask bitmezdi?
ADAM - Asksa bitmez...
KADIN - Bizimki?
ADAM - Tiryakilik...
KADIN - Nasil ya?
ADAM - Sigara gibi birakiyoruz birbirimizi... Sen, bir sabah uyanip,
birakicam bu mereti diyosun... Sonra, canin o kadar istiyo ki,
dayanamayip, tekrar basliyosun...
KADIN - Sen? Azaltarak mi birakiyosun?
ADAM - Azalarak...
KADIN - Cantanda ne var?
ADAM - Son paket... Yarin biter.
(Adam kapiyi acar, tam cikacakken)
ADAM - Atesin var mi?
KADIN - Kalmadi.

veda 3

ADAM - Seni seviyorum...
KADIN - Her seyi daha da zorlastirma nolur.
ADAM - Seni seviyorum...
KADIN - Oyle saniyorsun... Alistin aslinda... Bana degil, icindeki hisse alistin... Ama korkma, o kalacak orda... Sonra, adi degisecek, sac rengi, belki dini bile... Fakat inan eski sevgilim, bir gun sen de bana hak vereceksin... O zaman, belki sen de benim sana bu soylediklerimi baska birine soyluyo olacaksin... Kim bilir? Belki ben de su an senin duyduklarini, baskasindan duyucam...
ADAM - Seni seviyorum...
KADIN - yapma yalvaririm yapma... Zaten yeterince zor olan biseyi daha da guclestirmek neden? Bak! Esyalarin kapinin onunde duruyor... Tanidigim guclu adamin esyalari... Birak ilk gordugum gunki gibi hatirlayim... Migferinden dusmaninin kani damlayan, yenilmez bir imparatorken kuyrugunu bacaklarinin arasina kistirip, bir parca ekmek icin inleyen bir sokak kopegine cevirme icimdeki seni...
ADAM - Seni seviyorum...
KADIN - Gecicek... Bu kapidan ciktigin anda aldigin ilk nefes, kalbini parcaliycak... Birkac hafta, yataktan cikmayacaksin... Canin hicbisey yapmak istemiycek... Surekli beni dusuneceksin... Arayacaksin, ben telefonumu acmiycam...O an ne yaptigimi dusuneceksin sonra... Yanimda, yatagimda, aklimda baska birinin olup olmadigini... Zamanla daha az aklina gelecek bunlar... Ardindan, kotu anilari hayal ettirecek sana beynin... Uzaklasacaksin... Iyice... Ve birkac ay sonra bir yerde, baska bir kadin goreceksin, icin bi garip olacak... Sonra...
ADAM - Sus!
KADIN - Sonra, onunla uyudugun bir gece, benim aklima duseceksin... Su an ki halinle hatirlayip ozleyecegim seni...
ADAM - ...
KADIN - Arayacagim...
ADAM - ...
KADIN - Ve sen eski sevgilim, telefonunu acmayacaksin.
(Adam cikar)
KADIN - Seni seviyorum.

7 Şubat 2011 Pazartesi

diğer günahlar...

babaannesinin tansiyon ilaçlarıyla intihar etmeye kalkışmış, yakılıp yıkılmış bir başkent gibi uyuyorsun...
uyu... uyku iyi...

zaten uyansan, bütün renklerin adı karışır... bütün renklerin kimlik bilgileri değişir...duyuyorsun beni...
duy...duygu iyi..

zaten öfkelensen, bütün kuşlar birden ölür...birden gece olur, içimiz sil baştan sıkılır... içeriz konuşuruz, içeriz sevişiriz, içimizden bıkılır...

ağlasak, kıpırdansak, sırf bu sesi duymak için, birden sessizlik olur... sessizlik bir tek rüyalarınla bölünür...

şehir bana, karda yürümenin kumda yürümekten daha zor olduğunu öğretir... bir de sana bulaşmanın kendimle barışmaktan daha kolay geldiğini...
suçla beni... suç iyi...

zaten aşk bir ihtimal, intihar da ihtimal iki...

2 Şubat 2011 Çarşamba

UYKU...SUS

Senin gelgitlerinde kayalara çarpmak, parçalanan yerlerimi yine seninle kapatmak ne kadar keyifli bir bilsen…

Ruh halinle şekillenirken günümün ve gecemin her dakikası, şehirde bir güneş daha doğurmanın hazzını yaşıyorum işte…

Uykum sana emanet, iyi uyu ki ben sabah uykumu alanın sen olduğunu bilmenin rahatlığıyla başlayım güne… İnsan bu duyguyla keyiflenir mi?

Aşıksa evet.

İçimden, uyurken içinden geçenleri bilmek geçmiyor artık desem yalan olur…

Bilincin senden uzaktayken bile en mantıklı sensin çünkü…

Bana elini uzattın çünkü…

Şimdi kaybolmak daha zor…

senden bu kadar uzaktayken bile elinin tutabiliyorum çünkü…

Edepsizliğimi, edebi metinler halinde dile getirmek bile bu ilişkinin eğlencesi…

Huysuz, uykusuz bir ihtiyarım işte…

İlacımsın.

Takma dişimsin.

Bin yıl önce aldığım Sümerbank pijamamsın.

Daha uzun yaşamak adına Tanrıyla pazarlık yapıyormuşçasına açmaya kıyamadığım, paketli naftalinli mendillerimsin…

Huysuz, uykusuz bir ihtiyarım…

Hangisinden vazgeçebilirim ki senden vazgeçeyim?

Sen sinirliyken aynaya baktın mı hiç sakin fırtınam?

Bakma…

Gözlerinden çıkan ateş, bir tek beni yaksın isterim…

Sadece bana kız, sadece beni idam et…

Ben sadece senin şairin olmayı çoktan kabul ettim çünkü…

AŞİKAR

Çok eski bir Ahmet Kaya şarkısı çalmaya başladı, durup dururken…

hiç gerek yokken…

Saklanan her şey, ayan oldu…

Bebek ağlamadı… Ayrılırken hediyeler verildi… Hatta… Vazodaki güller, o yalancı ayrılığın şahidi oldu…

Peki o gece ne oldu?

Hani tam olarak…

Ne oldu da bu fakir tamam oldu?

Yarımken bir oldu?

İnsan gördüğü bir ele aşık olur mu? Bir ele dokunmak için yanar mı?

Olur!

Oldu!

Hiç dokunmadığı bir el, EL olmaktan çıktı…

Can oldu…

Can verdi…

Bir otobüs seyahatinin, sabaha karşı molasında, yandaki otobüste bakışılıp iç titreten duygu gibi…

Köprüyü geçerken, bağıra bağıra bir isim söylemek gibi…

Sabah, nedensizce ağlayarak uyanmak gibi…

Bir gözyaşına yanmak gibi…

Kanınla bağlanmadığın bir adam için kolunu kesip verebilmek gibi…

Bir renkten nefret edip, o rengi bir tırnakta sevmek gibi…

Bordo gibi…

Hatta… “Baharı bekleyen kumrular gibi…”

Can verdi…

İmkansız bir suni teneffüs, bir ağızdan gelecek oksijene muhtaç olmak…

Bu kadar güzel sözler söyleyen bir ağzı, bu kadar çok öpmek isteği…

Gece hiç bitmesin… 11 de tüm saatler aynı anda bir saat daha geri alınsın, ve saat tekrar 11 olduğunda tekrar aynı şey yapılsın, bizim olan bizde kalsın niyetiyle…

Akrep, yelkovan ve bardaktaki son yuduma yalvararak…

Bordo tırnaklı bir eli, uyumadan görülen bir rüyada öperek…

Sabah oldu…

Çok eski bir Ahmet kaya şarkısı çalıyordu…

Nereye gittiğini ölesiye bilmek istediğim ayaklar,

AŞİKARIM oldu.

ALBÜM KAPAĞI

anne...
ne gençmişsin
ben kucağındayken...
hiç dişim yokken...
neye güldüğümü bilmiyorken...
ikimiz de siyah beyazken...
sen çok aşıkken
ve ben hiç aşık olmamışken...

anne...
ne kadar aynısın benden her şey gidip,
tek bir şey değişmemişken...
hayat çok renkli...
tuttuğumu koparıyorum...
sen aşkının arkasındayken,
ben bu hayatta...
hala...
altıma sıçıyorum...

BOZUK YEMİNLER ATLASI

Yüzüne bakmaya kıyamadığın biri oldu mu hiç senin de?
Peki onun da utancından kimsenin yüzüne bakamadığı oldu mu?
Sen de aldatıldın mı?
Benim gibi…
Bile bile…
Kristal sürahilerde mi sunuldu sana da zehirli su?
Bilmiyor muydun zehirli olduğunu?
Yoksa seninki de benimki gibi, -zehirleneceğini bilsen de- dayanamadığın bir susuzluk muydu?
İnsanın övünerek anlattığı tek salaklığıdır aşklanma hali…
Ve sırf bu yüzden,
Seni mezara yatırırken gülümseyerek ve usulca, eline küreği alıp, üstüne toprak atmaya başladığında “senin için ölürüm” derse,
Aptal bir sırıtma yerleşir yüzüne…
Çünkü o an bile, inanırsın onun ağzından çıkan her şeye…
O halde bile, elini uzatmanın nedeni, yattığın mezardan kurtulmak değil,
Onun elini tutmak isteğidir…
Aşk, bir yangın yeridir…
Ve bu yangına ait olmak için, el ele TUTUŞMAK gerekir.
Biliyor musun?
Aşka düşenlerin her biri…
Aynı takımı tutan taraftarlar gibi…
Yüz metreden tanırlar birbirlerini…
Çünkü, bir atkı gibi gururla taşınır bir zaman sonra
Şişmiş göz altları, bedene bulaşan toprak ve muhtelif yanık izleri…
Yolda yürürken hiç tanımadığın birine gülümseme hissinin nedenidir bu…
Aynı acıyı yaşayan iki yabancıdan daha yakın kim olabilir ki?
Ne diyorduk?
Yüzüne bakmaya kıyamadığın biri, yüzüne bakmaya utandı mı senin?
Olmadı değil mi?

2. MEVKİ VARSAYIMLAR

“Bir tren yolculuğu ne kadar renkli olabilir ki? Tren, sana gitmiyorsa eğer, camından bakıldığında görülen her manzara, siyah beyazdır… “
Her şey İstanbul’da başlamaz belki…
Ama her şey İstanbul’da biter…
Bir romanın son cümlesi gibidir bu lanetli şehir…
Her “son”, burada yazılır ve maalesef bu sonlar pekte mutlu değildir…
Zaten mutlu son diye bir şey de yoktur…
Bir şey bitiyorsa eğer, mutlaka arkasında en az bir üzülen bırakmıştır…
Bir üzülen, ciddi bir sayıdır aslında…
Ve dikkatli bakarsan, mutlaka görürsün onu şehrin herhangi bir yerinde…
Bir üzülen; herhangi bir araç terminalinde, sadece gidiş bileti alandır…
Bir üzülen; dini ne olursa olsun hatta dini olsun ya da olmasın tanrının bir evinde en içten dua edendir…
Bir üzülen; perdeleri en az yirmi gündür açılmıyorsa, karşı komşundur…
Bir üzülen; bu hayatta bir yelkenliyi en çok hak edendir…
Ve
Bu hayatta her şey karşılıklı değildir…

İSTEK PARÇA

Ya dönerse benden sonra kırdığın kalp?
Ne dersin benden sonrakinin sonrasına kalbin çarparken?
Ne dersin bir gün kalbin çarpmadığında kalbinin asıl sahibine?
Kalbin cizgili bir kas…
Ve senden habersiz çalışmakta…
Sen…
Bilinçli aşık…
Bilinçsiz bir aşka düştün işte…
Bütün dünya sana karşı…
Ne dersin?
Ne denir ki “ne dense boş” tan bAŞKa?
İliklerine kadar işlesin isterisin ilkellik…
İlk el, onunki olsun istersin
Ve lanet edersin, elini bu kadar hoyratça uçurduğun için…
Başkalarının ellerine…
Zira, ne yaşarsan yaşa,
Ondan başka herkes EL değil midir artık?
Kalbi sana çarpmayan, en yakının olduğu zaman…
Kalbini ona çarpa çarpa parçalamak istersin…
Yapamazsın…
Yerinde bulamazsın…
Kalbin sende değildir artık…
Ve
Hiçbir şey gelmez elinden…
Bir EL e sarılıp ağlamaktan başka…
Göğüs kafesindeki bir boşluk, attığın her adımın içinde yankımasına yarar…
Artık hayatta kalmanın iki yolu vardır senin için…
Bu andan sonra, ya bir ömür sürecek kadar kısa bir “ah” çıkar ağzından…
Ya da nefes almanı sağlayacak tek şey yalanlardır…
Hiç duymadığın bir şarkıyla hayatına girenler,
Artık asla sende atmayacak olan kalbi,
Kusursuz bir yetenekle çalanlardır.

AŞIKLAR İÇİN HIZLANDIRILMIŞ COĞRAFYA

bir denizin yaptıklarını neden anlatmaya çalışır ki insan,
denizden bir şey istemek dururken…
düşün…
dolunayda, o hep istediğin denizin kenarında
ama tam kenarında
sanki senden santim santim uzaklaşmasının sebebi aymış gibi,
terk edilişine isim vermek neden?
gel- git ne?
boşver herkesi
beni dinle…
gel, gitme!

KALENDER

Bir kahve daha? Ne olur… Bir kahve daha… Sen biraz bekle ben hemen getiriyorum…

Çok özledim seni. Gitme diye değil, gideceğini biliyorum…

Sadece…

Yok, aslında “gitme” diye… Yani en azından bu gece…

Gitme… Önce saatlerce seni getiren otobüsü bekliyorum, sonra içinden senin çıkmanı…

Durmadan geçiyor saat…

Aslında geçen saat değil, saat masanın üzerinde duruyor… Belki de odada sabit olan tek şey saat…

Sen geçiyorsun…

İçimden geçiyorsun…

Öyle hızlı geçiyorsun ki, ben hep kış saatinde kalıyorum. Olsun. Ben bekliyorum…

Beklemeyi sevdiğimden değil…

Ne melankolik olacak kadar şair, ne şiir yazabilecek kadar filozofum…

Ben, seni bekliyorum…

Bak mesela, geldin bu gece… Ne de iyi ettin…

Hani gerçekten, sen olmasan, bu gecenin biteceği yoktu…

Gündüzler, hadi bir yere kadar da… Gece…

Kelime oyunu değil… Gerçek!

Elini tutmadan, gecenin elle tutulur bi tarafı yok.

Ve fakat, elini tutunca da bu kadar çabuk aydınlanmak zorunda değil değil mi bu kuzey yarım küre?

Coğrafya bile gıcık…

Milli ya…

Hadi beni geç a adi, AŞK ın milliyeti olur mu? Hazır gelmiş işte geceyi birkaç saat daha uzatsak olmuyor mu? Biliyorsun gelemiyor her zaman… Olmuyor değil mi?

Allah belanı versin Milli coğrafya.

Her şeye rağmen, en bilmediğim şehirden, bu gece de geldin...

Rüyama…

Ne söyleyim ki sana şimdi…

Az sonra uyanacağım şey ne, sen rüyaysan? Rüyan bile bu kadar gerçekken…

Uyku dışı kabuslarım ne kadar uzun biliyor musun sen yokken?

Olsun…

Yine de geldin…

Hediye gibi geldin…

Hoş geldin.

TREN

Bir tren seyehatidir sana her geliş şu andan sonra…
Ne kadar yakın olursan ol, yolculuk hüzünlüdür artık…
Zaman,
Acıyı,
Zamanı acıtmadan yaşama zamanıdır…

Her kim ki, bir trenin camından baktığında,
Yeşil bir ağaç,
Mavi bir deniz,
Pembe çocuk yanakları gördüğünü söylerse,
Yalandır,
İnanma!
Zira hangi trenin camından dışarı bakarsan bak, göreceğin manzara,
Siyah beyazdır…

Hazin bir seyehattir kalkıştığın…
Ben de öyle yaptım…
Altından kalkamayacağımı bile bile,
Altından kalbine gelmek istedim bir tren vasıtasıyla
Dün gece…

YALANCI ŞAHİT

Asla tekrar gelmeyeceğini bildiğin için miydi giderken yaptığın tüm hoyratlıklar?
Bu vahşet?
Bu tüm organlarımı parçalama arzusu?
Oysa, vahşi bir hayvan gibi saldırırken bile ruhuma, ben gözlerinde dünyanın en güzel gözlerini görmenin hayretiyle bakmaktaydım sana…
Sahi;
Neden en son gözlerimi aldın?
İçimi nasıl boşalttığını  göreyim diye mi?
Ağlayıp ağlamayacağımı mı merak ettin sen giderken?
Ne acı…
En güzel körlerin ağladığını bilmemen…
Şimdi benden götürdüklerinle,
Yaratacağın yeni aşk,
Yani benim kalbimin atacağı yeni beden,
Hiçbir iz taşımayacak benden…
Benim gözlerim, ben gibi bakmayacak mesela…
Benim sesim, benim sözlerimi söylemeyecek sana…
Sen, benden sonra…
Alışkanlıklarınla devam ettiğini sanacaksın hayatına…
Sonra bir sonbahar haftasonu, mesela Pazar…
Onun şekerli türk kahvesini sade hazırladığında…
Yani, öldürdüğün ben’in sevdiği gibi hani…
Tüm bağları çözülecek hayatının canımın içi eski sevgilim…
Düşüşler başlayacak sonra…
Adımla sesleneceksin mesela ona…
İşte tam burası ARAF…
Ortada kalmak…
Kaldığın yerde,
Üç üzülenin yaratıcısı olmak…
Biri ölü,
Biri sen…
Biri benim organlarımla yaşayan tanımadığım biri…
Ve ne yazık ki canımın içi eski sevgilim…
Sırf sen üzülme diye,
Ben…
Katilimin sen olmadığına…
Yine
Yemin ederim.

KIRMIZI

Renkli kalemlerle yazmaktan vazgçeli ne kadar oldu? Kaç yıldır bu kadar karamsarım? Hatırlamıyorum… Zira hatırlamak, (diğer tüm hatıralar gibi) can acıtıcı bir deneyim olmaktan daha ileri gitmeyecek…

Mevsimsel bir benzetmenin ötesine geçen YAZ’ı yazma isteğini kaybetmek bir yana, ben aslında, sayfa başlarına kırmızı kalemlerle attığım başlıkları özlüyorum… Hala, her yazı kırmızıyla başlasın istiyorum… Rengindeki heyecan bulaşsın istiyorum her harfe… AL’ın yazısı olsun istiyorum her alınyazısı… Çok şey mi istiyorum?

Peki.

Birbirimize bakarken, kırmızı başlıklar atarak birbirimizin adına verdiğimiz “aşık, oldum, kendimi kaybettim,hükümsüzdür…” ilanları geliyor mu senin de aklına?  Her insan, içinde kırmızı balıkların oynaştığı bir göl taşır içinde… Bunun için de, yüzde doksanı sudur insanın inan bana… Bilimle açıklanabilecek bir şey değildir bu bilirim… Bunu sadece kırmızı balıklar ve gölün birbirleriyle hayati bir bağla bağlanması açıklayabilir…

Kimileri AŞK der buna, kimileri SOLUNUM… Sen, kırmızı balıklar aşk solur dersin… Ben sana tekrar aşık olurum…

Her insan bir dünyadır aslında ne garip… Bir dünya dolusu insanın her birinin içinde bir dünya olduğunu düşünmek bile zihnimi bulandırmaya yetiyorken… bana gelip, bambaşka bir dünyaya sürükleyip beni, bir dünya lafı, ağzını oynatmadan gözlerinle söyleyip…

Sonra…

Gidip…

Dünyamı başıma yıkıp…

Yok! Bitmeyecek bu cümle… Bitmemesi gerekiyor çünkü… Bu yazının başlığı kırmızı çünkü… Yok! Değil! Kendimi kandırıyorum yine! Gerçekleri yazdıkça, mutsuz olacak her yazı… Maalesef kural bu çünkü! Bu rezil dünyada, kırmızı başlıklı kızlar ve kırmızı başlıklı yazılar, sadece masallarda mutlu olabiliyor çünkü.

Herhangi bir kitabın önsözü olabilecekken başlı başına kitap olmak kaç yazıya nasip olmuştur acaba? Kader… Yazıyla insanın birleştiği ilahi kavşak. Yazının kaderi yazanın, insanın kaderi, yazının  elinde… Dur… Yazma artık!

Zira…Kendi yazgını yazmak düşmüştür sana... hangi eline alsan kalemi, yazacak kalem ağlar, yazan el ağlar... durum o kadar vahimdir ki artık... hasbelkader şahit olan, yedi kat el dahi ağlar...

Günlerdir bitirilmeye çalışılan yazı biter…

Aylardır uyunmaya çalışan gece,

Bitmez.

Çünkü gece biter bitmez başlayan riya, el yapar yine en sevdiğini… Riya, bir kere daha galip gelir gerçekten gerçek rüya önünde…

Yazının kaderini belirleme vakti gelmiştir artık…
Bu bol benzetmeli ve fakat kendisi birşeye benzemeyen yazı; “sen olmadan, gecenin elle tutulur bir tarafı yok” diyen herkese,armağan olur

Son cümlesinden hemen önce.

BİT…ti.

OYUNBOZAN

Ne çok boş defter var çalışma masamın raflarında… Belki bu sefer yazabilirim umudunu yapraklarının arasında –kaderleri asla bu olmayan- çiçekler gibi kuruttuğum ne çok boş defter öfkeleniyor bana… Benim bu korkaklığıma…
Şimdi yazıyorum…
Boş bıraktığım her sayfadan…
Boşuna girdiğim her kalpten…
Boşluğunu doldurduğum her ayrılıktan…
Erken boşandığım her yardan
özür dilemek için…
bir Salı günü öğlen vakti…
tekrar yazıyorum.

İÇ GEÇER…

Hiç bilmediğim bir dilde dinlediğim “O” şarkıya ne çok benziyorsun…
Bu, çok kötü…
İnsanlar, mucize beklediğinde değil, mucize, insanları istediğinde geliyor,
Ben,
Bunu,
Tüm izlerini silmek için çırpınırken,
Senin vasıtanla öğreniyorum…
Nedir mucize?
Mucize;
Sana ait her şeyin ve her “an” ın,
Başka bir aşığın anadilinde,
Artık senin “hiçbir şeyin” olan bana anlatılması…
Tesadüfi bir melodide adının anılması…
Adının, aslında başlı başına bir melodi olduğunun,
Bu kadar geç anlaşılması…
Otopsimde, “O” şarkının tüm notalarının bulunacak olması…
Mucize…
Yastık, terimle yumuşayıp, saçlarımı okşamaya başlamışken, uzun uykusuz gecelerden sonra, normale dönmek üzereyken her şey… Hatta ben bile…
İçim geçerken…
Bir şarkı vasıtasıyla içimden geçmen…
Çok geç
Olsa da…
Sen yine de içimden… Çok geç!
Uykusuzluk diyetini ödeyebilecek gücüm varken,
Baka bir aşığın anadilindeki bu şarkı, her çaldığında…
Başka biri, içinde olsa bile o an,
İçimden geç.
Gidişinin içimde açtığı boşluğu,
Nelerle doldurduğumu gör…
Üzül diye değil…
Ya da üzül diye…
Başkaları içindeyken,
İçinden geçersem…
Biraz iç,
Geçer.