2 Şubat 2011 Çarşamba

KALENDER

Bir kahve daha? Ne olur… Bir kahve daha… Sen biraz bekle ben hemen getiriyorum…

Çok özledim seni. Gitme diye değil, gideceğini biliyorum…

Sadece…

Yok, aslında “gitme” diye… Yani en azından bu gece…

Gitme… Önce saatlerce seni getiren otobüsü bekliyorum, sonra içinden senin çıkmanı…

Durmadan geçiyor saat…

Aslında geçen saat değil, saat masanın üzerinde duruyor… Belki de odada sabit olan tek şey saat…

Sen geçiyorsun…

İçimden geçiyorsun…

Öyle hızlı geçiyorsun ki, ben hep kış saatinde kalıyorum. Olsun. Ben bekliyorum…

Beklemeyi sevdiğimden değil…

Ne melankolik olacak kadar şair, ne şiir yazabilecek kadar filozofum…

Ben, seni bekliyorum…

Bak mesela, geldin bu gece… Ne de iyi ettin…

Hani gerçekten, sen olmasan, bu gecenin biteceği yoktu…

Gündüzler, hadi bir yere kadar da… Gece…

Kelime oyunu değil… Gerçek!

Elini tutmadan, gecenin elle tutulur bi tarafı yok.

Ve fakat, elini tutunca da bu kadar çabuk aydınlanmak zorunda değil değil mi bu kuzey yarım küre?

Coğrafya bile gıcık…

Milli ya…

Hadi beni geç a adi, AŞK ın milliyeti olur mu? Hazır gelmiş işte geceyi birkaç saat daha uzatsak olmuyor mu? Biliyorsun gelemiyor her zaman… Olmuyor değil mi?

Allah belanı versin Milli coğrafya.

Her şeye rağmen, en bilmediğim şehirden, bu gece de geldin...

Rüyama…

Ne söyleyim ki sana şimdi…

Az sonra uyanacağım şey ne, sen rüyaysan? Rüyan bile bu kadar gerçekken…

Uyku dışı kabuslarım ne kadar uzun biliyor musun sen yokken?

Olsun…

Yine de geldin…

Hediye gibi geldin…

Hoş geldin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder